- Konya17 °C
- 13:11 - GÜNER FARUK İÇİL İLKOKULU'NDA OKUMA BAYRAMI
- 14:18 - KADINHANI'NDA ŞİDDETLİ YAĞMUR VE DOLU ETKİLİ OLDU
- 19:41 - İLÇE JANDARMA EKİPLERİNDEN HIRSIZLIK OPERASYONLARI
- 18:18 - 'OKULLARIMIZ ÇİÇEK AÇIYOR' PROJESİNE GÜNER- FARUK İÇİL İLKOKULU DESTEK OLDU
- 18:05 - BELEDİYE'DEN ENGELLİLER HAFTASI ETKİNLİĞİ
- 21:00 - 50 yataklı Ek Hastane Binası yatırım programına alındı
- 20:58 - Faik İçil MYO Sekreterliğine Nihat Oflaz atandı
- 20:43 - Bayram ailesinin acı günü
- 20:39 - Orhan Erdem: ‘’Güçlü ve Büyük Türkiye ideali için destek istiyoruz.’’
- 20:36 - Tahir Akyürek: ’’Kadınhanı başarıda farklı bir çıtadır.’’
- 20:30 - CHP Konya Milletvekili Adayı Bektaş: ‘’Üreticilerimizi baş tacı yapacağız’’
- 21:38 - Kadınhanı Hacı Ali Odabaşı İHO ikinci oldu
- 15:11 - AKDENİZ FIRINI DEPREMZEDELERİN YANINDA
- 19:15 - KÜÇÜKACAR AİLESİ'NDEN OSMANCIK'TA TATLI İKRAMI
- 21:39 - SSK ve Bağ-Kur emekli maaşları bu tarihte ödenecek
HALİL ÖZCAN





MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM
Zamanın birinde Akşehir de büyüklerin birisinin düğünü toyu varmış. Davetliler arasında doğal olarak devlet ricali (Bürokrat) ağalar, beyler, eşraf da varmış. O günün sevilip sayılan âlimlerinden Hoca Nasreddin de davete iştirak etmiş. Protokolün en yüksek memuru eşrafla tanışırken; kim kimdir, ne iş yapar diye soruyormuş biraz da ukala bir tavırla. Sıra Hoca Nasreddin’e gelince sormuş, “ Sen kimsin?" diye, hoca da " Hiç, hiç kimseyim" demiş. Ahaliden hocayı tanıyanlar, biraz şaşırsa da, bürokrat adam dudak bükerek önemsemez bir tavır takınmış. Kibrinden dübürü gözükmüyormuş. (Bu eylemde vücudun aldığı şekil; kafa geride burun havada ve göğüs dışarıdadır. Göğsü şişirmek için kıçı sıkmaktır) Bunu fark eden hoca, " Peki, sen kimsin?" demiş. "Mutasarrıfım" (Tanzimat'tan sonra, Osmanlı yönetim teşkilatında sancakların yöneticisine verilen ad) diye cevap vermiş adam burnu havada ve gururla. Hoca devam etmiş, "Sonra ne olacaksın?" "Vali" demiş. "Daha sonra diye üstelemiş" hoca. " Daha sonra vezir" demiş. Hoca tekrar sormuş "Daha sonra ne olacaksın?" " Muhtemelen sadrazam." "Peki, ondan sonra" diye tekrar sormuş hoca. "Artık gelinebilecek dünyalık makam kalmadı ki ondan sonra ne olayım hiç" diye cevaplamış adam. "Öyleyse daha ne şişip kabarıyorsun be adam, bir hiç için mi?" diyerek devam etmiş hoca, " İşte ben şimdi senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım." Düşünün ki, son padişahlar bile cu¬ma namazına gi¬derk¬en “ Ta¬lebe-i ulûm”dan (medrese-üniversite öğrencilerinden) bir grup, “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” diye bağırırlardı. Âdem den beri insanların pek çoğu makam ve mevki sahibi olmayı çok önemli bir başarı ve yüce bir değer zannederler. Bir büyüklenme, kendini diğer insanlardan üstün görme sebebi sayarlar. Bu nedenle sahip olmak için adeta can atıp takla atarlar ve her şeylerini feda ederler. Öyle her şey ki içinde şahsiyetleri bile vardır. Oysa eskiden makamlar istenmez, verilirdi. Genelde makam sahibi oldukları sürece insanlara toplumda, büyük hürmet ve ilgi gösterilir, gıpta ile bakılır. Makam ve mevki sahibi olmanın albenisi, cazibesi daima vardır. Ne yazık ki bu durum, insanların makam mevki için yarışmasına, didişmesine ve birbirlerini ezmesine yol açar. Hâlbuki makamlar ve mevkiler ne kadar uzun süreli işgal edilirse edilsin geçicidir ve sanıldığı kadar da iz bırakmazlar. İz bırakan, vefa gören yöneticiler yok mu? Elbette vardır. Tarihimizde, olumlu olumsuz misallerle karşılaşırız. En küçüğünden en yükseğine kadar mevkii, makamlar beklentilere dayalı olarak sahiplerini çoğu kere mutlu, memnun, bahtiyar da edebilir. Ancak makamların mesuliyeti düşünüldüğünde istenilerek gelinecek bir yerler olmadığı anlaşılır. Bununla birlikte buralara birileri gelecek, birileri hizmet verecek, buralardan iş, hizmet, eserler çıkacak. Oraların sahipleri yaptıkları işe, aşa göre kendilerini değerlendirmek zorundalar. "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" yerine, "Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur, yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur" dedirtmek de vardır işin sonunda. Dedik ya, tasavvuf kültüründe "Hiç"lik duygusu, insanın kendini tanıma aracı olarak kabul edilir. Tekkelerin girişinde "Edeb ya Hu" levhası, kapıların üstünde "Hiç" levhası bulunurmuş. "Hiç" lik tasavvufta bir makam olsa da halk içinde hak ile birlikte ve varlıkta yok olanları düşünerek inşa edilen bir hayat daha makbuldür sanki.
Zira; Dünya kadar mülkün olsa, Şeytan iter bin bir hırsa, servetlerin mevkilerin bekçisiyiz nemiz varsa, demişler Ves’selam…
Yorum Ekle
Arkadaşına Gönder
Yazdır
Yukarı
Haber Yazılımı: CM Bilişim